3 Ocak 2008 Perşembe

Collateral Filminden kısa bir not

-17 milyon kişi.
Burası dünyanın en büyük 5. ekonomisi oldu.
Burada kimse birbirini tanımıyor.
Bir yazıda okumuştum.
Burada adamın biri metroya binmiş.
6 saat boyunca turlamış durmuş.
Onca zaman yanına oturan kalkanlar olduğu halde neden sonra öldüğünü farketmişler.
Kimse farketmemiş.
Hem de hiç kimse.



-Hey Max,
İnsan Los Angelesda metroya binince ölüyor ya,
Sence bir farkeden olur mu?

İnsanlar ölüyor, bu doğru. Büyük kentler buna daha çok tanık belki. Ölü insanların yaşadığı kentlerde sizin etrafınızda farkettiğiniz kaç ölü var? Yoksa siz de onlardan biri misiniz?

[hr]
Film hakkında: Amerikan psikolojik savaşı etkisinde, darwinist felsefesini, mutluluk psikolojisi olarak tanımlayan klasik, 2004 tarihli bir amerikan filmi.

-----------------------------------

Yan Yana/Karşılıklı
COLLATERAL - Yön: Michael MANN


Taksi şoförü masum mudur?
Veya çöpçü, doktor, öğretmen, avukat ya da aşçı?

Kim olduğu sorulduğunda kendini mesleğiyle tanıtan birisi, aslında bilmeden hayatının etrafında döndüğü merkezi tarif etmektedir. Ve hayatı böyle bir merkez etrafında konumlanan bir kimse için hayatta ulaşılabilecek bir tek zirve vardır: İşini iyi yapmak! En sıradan kıraathane sohbetlerinden, en meşhur duayenlerin hatıratına kadar, kapitalizmin kafalara kazıdığı en önemli düstur. (aynı ifadenin başka şekillerde, askeri tesislerin duvarlarında asılı olması nasıl açıklanır şimdi?) Çağımızın en yüce, en imrenilen ve en çok örnek gösterilen insanı, hiç şüphe yok ki işini iyi yapan insandır.Burada en gereksiz soru hangi iş?, en sorulmaması gereken soru ise neden?dir. Öyledir, çünkü hangi işle iştigal ettiğiniz zerrece önem taşımaz. Hitap ettiği insanları gözyaşları içinde bırakan vaiz, suçluluğu aşikar müvekkilini kurtaran avukat, kendisine verilen listedeki hiç tanımadığı kimseleri tek tek temizleyen katil ve onu istediği yere en kısa sürede en kestirme yoldan götürebilen taksi şoförü, böyle bir mantık çerçevesinde hep aynı değerdedir. Neden diye sormak ise çok tehlikeli bir davranış, hatta sistemin temellerini sarsmaya yönelik anarşistçe bir adımdır.

Max, sokaklarında hırsızlık, cinayet, tecavüz ve sair suçların kol gezdiği, metroda ölen bir insana ait cesedin altı saat boyunca şehri dolaştığı Los Angelesta çalışan bir taksi şoförüdür. İşini en iyi şekilde yapar. Ve görünüşe göre masumdur. (Köleliğin yasal olduğu bir ülkede namuslu insanların yaşayabileceği yegane yer cezaevidir  Henry David Thoreau)

Vincent, bir kiralık katildir, gerçek bir profesyoneldir ve işini iyi yapar. Hayli yakışıklı, kibar ve şık giyinen bir kimse olup, listesindeki insanları öldürmek söz konusu olduğunda son derece titiz, özenli ve acımasızdır. (Kuzuların Sessizliği filminin kibar ve entelektüel yamyamı Hannibal Lecterdan, hatta Don Vito Corleoneden beri, karizmatik sıfatını taşıyan karakterleri bir gözden geçirin, ve karizma kavramını yeniden düşünün) Hedefine yönelmesinde, sanki varlığının özü buymuş gibi, bunun için yaratılmış gibi kendinden emin bir kesinlik vardır. Film boyunca, taksinin arka koltuğunda oturan bir Mephisto gibi ön koltukta oturan siyah Faustu sürekli yönetmeye ve yönlendirmeye çalışır. Ama zorla değil kendi iradesiyle, onun zaaflarından faydalanarak ve şeytani zekasını kullanarak. Vincent, başta özgüven olmak üzere yetenek, zeka, cazibe vb. bütün üstünlükleri bünyesinde toplamışken Max ona karşı Los Angeles sokaklarını ezbere bilmesi dışında hiçbir marifet ortaya koyamaz. Üstüne üstlük sürekli ayaklarına dolaşan ulaşılamamış hayallerin, hastanede yatan anne, laf anlamayan bir patron ve insanîliğini koruma gibi gereksiz ve de sevimsiz bağları vardır. Öyle ki, neredeyse Vincentın ayartmaları karşısında başarısızlığa uğraması mukadder gibi görünmektedir. Aldığı her küçük hediye karşılığında büyük tavizler verir. Önce patronunu kazıklamak pahasına Vincentın cömert teklifini kabul eder, ve dakikasında arabasının üstüne düşen cesetle sarsılır. Yaşadıklarını bir an için unutup güzel müziğe daldığı anda yeni bir cinayete şahit olur. Kendisine önemli bir kimse muamelesi yapıldığında ve bundan zevk almaya başladığında aslında bir katile yardımcı olduğunun farkında değildir. Kendisine güvenen insanlar, tam da bu sebepten öldürüldüğünde, yine ancak akıl hocasına sığınarak kurtulur.

Gelgelelim  yönetmeni Michael Mann gibi bir usta bile olsa  bu bir Hollywood filmidir; ve sonunda insanlığın toptan kötülüğe teslim olması ve kıyametin kopması beklenmiyorsa, talihin bir noktada dönmesi ve iyi adamın kontrolü eline geçirmesi gerekmektedir. Bunun nasıl olduğu, filmin gereksiz ve mantıksız ayrıntılar kısmına dahil olduğu için burada zikredilmese de olur. Yalnız neden olduğu sorulduğu takdirde, buna cevap değil belki ama ipucu olarak, Hollywoodu ayakta tutan nevi şahsına münhasır ahlak anlayışı veya kötülüğün dibinin henüz keşfedilememiş olması gösterilebilir.

Filmin en ilginç karakteri ve asıl kahramanı Vincent (ki bunu anlamak için film afişine bakmak yeterli), adeta şeytanın yeryüzünde, insanlara onca kötülük arasında insancıl geçinmenin ne tür bir ikiyüzlülük olduğunu göstermek ve içlerindeki son vicdan kırıntılarından onları temizlemek için gönderilmiş bir temsilcisi gibidir. Şeytanın bu işte en büyük silahı dürüstlüktür, ve insanları kendi gibi ve kendi inandığı şekilde dürüst olmaya çağırır. Ama Hollywood muhafazakarlığı, buna yine tamamen izin vermez, bir miktar vicdan kırıntısı, biraz şans ve biraz zorlama ile insanlığın dibe vurmasını bir kez daha engeller.

Metrosunda bir cesedin altı saat boyunca dolaştığı Los Angeles şehri, şimdi yeni bir cesedi konuk etmeye hazırdır. Kurtulan 'masum' insanlar ise evlerine, işlerine ve sokaklarına geri dönerler. Bir dahaki denemeye kadar.

A.Emre KESKİN
aemrekeskin@patikalar.net

0 Comments: